“İtibardan tasarruf olmaz” sözü, devleti yönetenlerin gücünü ve prestijini vurgulayan bir ifadedir.
Elbette güçlü bir devletin, uluslararası arenada saygın bir yer edinmesi, gücünü gösterebilmesi önemlidir. Ancak burada şu soruyu sormak gerekir: İtibar nedir ve nasıl kazanılır? Devletin itibarı, salt görsel şatafat ve gösterişli harcamalarla mı inşa edilir, yoksa bu itibar milletin refahıyla mı anlam kazanır? Tam da bu noktada, itibar ile israf arasındaki ince çizgi gözden kaçmamalıdır.
Gelin önce bir gerçeği kabul edelim: Devletin itibarını tesis eden en önemli unsur, halkının yaşam kalitesidir. Güçlü ekonomi, adil gelir dağılımı, eğitimde fırsat eşitliği ve sağlıkta erişilebilirlik gibi temel konularda ilerleme kaydedemeyen bir devlet, ne kadar lüks saraylara, devasa binalara ve ihtişamlı törenlere sahip olursa olsun, kendi halkının gözünde itibarsızlaşmaya mahkûmdur. Adalet saraylarının içinde hakkını alamayan kitleler, son teknoloji ile donatılmış hastanelerde dönen insanlık dışı dolaplar, devasa camilerde bir devlet büyüğü gelmediği sürece buluşamayan Müslümanlar. Binaların itibarı halka ve hakka sirayet etmediği sürece bir beton yığınından ibarettir. Kaldı ki gerçek itibar, göz boyayan masraflarda değil, adil yönetimde ve milletin mutluluğunda saklıdır.
Son yıllarda Türkiye’de kamu harcamaları ve ekonomik kriz arasındaki bağ, geniş halk kesimlerinde tartışma yaratmaktadır. Son yılların bütçe verilerine baktığımızda, kamu kaynaklarının önemli bir kısmının israfa dönüşen projelere, lüks araçlara ve gösterişli organizasyonlara harcandığını görüyoruz. Bu sadece merkezi hükümet değil, yerel yönetimler içinde geçerli. Bu esnada, milyonlarca vatandaş asgari ücretle geçinmeye çalışırken, gençler işsizlikle boğuşurken ve emekliler isyan ederken, bu harcamaların “itibar” adı altında savunulması kamu vicdanında sorgulanmaktadır.
Halbuki dünyada itibar sahibi olmak, yalnızca harcanan parayla değil, bu paranın nerede ve nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Almanya, Japonya ya da İsveç gibi ülkeleri ele alalım. Bu ülkelerde devlet, lüks harcamalarla değil, vatandaşına sağladığı yaşam kalitesiyle prestij kazanmıştır. Almanya’nın eğitimdeki başarısı, Japonya’nın teknolojik devrimleri ve İsveç’in adil gelir dağılımı sayesinde bu ülkeler, yalnızca zenginlikleriyle değil, güçlü sosyal devlet anlayışlarıyla dünyada örnek gösterilmektedir. Bu ülkelerin vatandaşları devasa yapılarıyla değil pasaportlarının geçerliliği ile itibar kavramını bütünleştirmektedir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise mesele çok daha derin bir boyut kazanmaktadır. Bir tarafta yoksulluk sınırının altına düşen milyonlar, diğer tarafta gösterişli törenler ve lüks harcamalar var. Üreticiden markete gelen ürünlerin fahiş fiyat artışları, eğitimde ve sağlıkta yaşanan eksiklikler ve enflasyonun boğduğu dar gelirli kesim, devletin itibarını yalnızca görsel öğeler üzerinden tanımlamanın ne kadar sığ bir yaklaşım olduğunu açıkça göstermektedir. Bugün köylü mahsulünü ucuza satarken, o mahsul market raflarında 10 katı fiyata tüketiciye ulaşmaktadır. Bu süreç, bir ekonomik adaletsizlik olduğu kadar, ahlaki bir soruna da işaret etmektedir.
Bu noktada adalet kavramını tekrar hatırlamak gerekir. Adalet, yalnızca mahkeme salonlarında değil, ekonomide, sosyal yaşamda ve yönetimde de tesis edilmelidir. Osmanlı Devleti’nin köklerini sağlamlaştıran en önemli unsurlardan biri adalet-i mahza anlayışıydı. Yani “Her şeyin hak edene verilmesi ve herkesin hakkını alması.” Bir devlet, vatandaşı arasında dengeyi ve refahı sağlayamazsa, ne kadar saray inşa ederse etsin, ne kadar büyük yollar yaparsa yapsın, o milletin gözünde itibarını kaybetmeye mahkûmdur.
“İtibar,” öyle bir kavramdır ki temelleri güven ve adaletle atılır. İtibar gösterişli olmakla kazanılmaz, tasarrufla da küçültülemez. Ama israf edildiğinde, o itibar harabeye döner. Devletin gücü, yoksulun karnını doyurmak, gencin geleceğine umut vermek ve insanına insan gibi yaşama hakkı tanımakla ölçülür.
Toplumun refahı ve mutluluğu, bir devletin asıl itibarını oluşturur. Devlet kaynakları, geleceğe yatırım yaparak, adil ve akılcı kullanıldığında, hem içerde hem dışarda saygın bir ülke olmak işte o zaman mümkün olacaktır. İtibar, milletin gönlünde yer bulmakla başlar; israfla değil, adaletle büyür.
YORUMLAR