Bazen bir üniversite öğrencisinin kaleminden dökülen kelimeler, gençliğin siyasete ve topluma dair hislerini o kadar net ifade eder ki, bu çığlığı duymamak mümkün değil. Gençler, "geleceğin teminatı" olarak gösterilirken, bugünü elinden alınan bir nesil olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fakat bu gençlik, yalnızca şikâyet etmekle kalmamakta; kendi içinde bir hesaplaşma ve toplumla bir yüzleşme talep etmektedir.
“Gençlik nereye gidiyor?” diye soran yetişkinlere verilen cevaplar oldukça sarsıcı boyuttadır: ‘’Gençler, ülkenin geleceğini ellerinde tutmaya hazırlanırken, bugününü dahi kurtaramayan bir toplumun yükünü taşımaktan yorulmuş durumdalar’’. Onlara göre, asıl mesele gençliğin nereye gittiği değil; yetişkinlerin nerede durduğudur. Bence haklı bir serzeniştir: Ülkenin bugününde sorumluluk gençler de değil, yetişkinlerdedir. Bu durumda yetişkinler olarak kendimize sormamız gereken sorular bulunmaktadır.
Gençler, siyasetten bıkmış durumdalar çünkü siyaseti sadece meclis salonlarında değil, gündelik hayatta da görüyorlar. Haksızlık, adaletsizlik, yozlaşma... Tüm bunlar onların gözünden kaçmıyor. “Yetişkinler bizlere 'siz bu ülkenin geleceğisiniz' diyor, ancak kendileri bugünü bile yönetemiyorlar,” diyerek bombayı kucağımıza bırakıyorlar. Bu yalnızca bir serzeniş değil; aynı zamanda bir reddiye, bir çağrı.
Bir genç, “Senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetti,” diyenlere, "Benim babam II. Murad değil, hocam da Akşemseddin değil," diyerek tarihi sorumlulukların bugünkü gerçeklikle bağdaşmadığını anlatıyor. Bu söz, sadece bir kişisel tepki değil; aynı zamanda, gençlerin yüklenmek zorunda bırakıldığı hayal kırıklıklarıyla dolu tarihsel bir bağın çözülmesini de talep ediyor.
Onlar kelime anlamlarını tam dolduramasalar da, şeffaflık, eşitlik ve adalet talep ediyor. Ama aynı zamanda geçmişin yükünden, çarpık değer yargılarından ve yozlaşmadan sıyrılmak istiyorlar. Bir genç, şu sarsıcı cümleleri sarf ediyor: “Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz.” Bu cümle, gençlerin yaşadığı hayal kırıklığını ve yetişkinlere yönelik eleştiriyi net bir şekilde ortaya koyuyor. Durup düşündüğümüzde hangi geçmişin bizim geçmişimiz olduğu konusunda bitmez tükenmez bir savaş var. Herkes başka geçmişten bahsediyor ve herkes farklı bir ataya tabi olduğuna inanıyor. Halbuki böyle dolu dolu ve muazzam bir geçmişin içinde hangi geçmişe ait olduğumuzu sorgulamak abesle iştigalken.
Gençlerin siyasete yönelik bu bakışı, empati kurmayan bir toplumun içine düştüğü çıkmazı gözler önüne seriyor. Onlara güvenmeyen, onları sadece klişe sloganlarla avutmaya çalışan bir yapı, geleceği inşa edemez. Gençlik, sadece kendisi için değil, tüm toplum için daha adil ve şeffaf bir düzen istiyor. Önce ailesi içinde adalet istiyor. Sonra mahallesinde, ilçesinde, ilinde ve ülkesinde. Hatta ve hatta tüm dünya için adalet istiyor. Nasıl sağlayacaklarını belki bilemiyorlar ama sağlanabileceğine inanıyorlar.
Bence gençler bugün bizlerden daha net bir şekilde geleceği görüyor. İster beğenin ister beğenmeyin onlar nereye gitmek istediklerini biliyorlar. Ve belki de asıl mesele, onların "nereye gittiği" değil; bizim, yani yetişkinlerin "nerede yanlış yaptığı"dır. Bugünün yetişkinleri yarının yetişkinlerini gittikleri yolun yanlış olduğuna inandırmaya çalışıyor. Tıpkı dünün gençlerine o günün yetişkinlerinin yaptığı gibi. Haliyle soruyorlar gençler; Peki dünün yetişkinleri daha mı iyi biliyordu sizden? Biliyordu da o zaman neyin mücadelesini verdiniz bu kadar? Neyin uğruna darbeler, savaşlar, kavgalar, yokluklar ve yok oluşlar yaşadık?
YORUMLAR