Geçen gün eşim İpek bilgisayar da harıl harıl bir araştırma yapıyor, 1 yaşındaki oğlumuz Arhan için bebek bezi siparişi veriyordu. Ya altı üstü bebek bezi bu ne hengame? diye sordum. Genel de kadınlar hazır cevap oldukları için beni dumura uğratacak bir cevaba da hazırladım kendimi tabi. Cevap netti. ‘’Doğayı koruyan, geri dönüşüme uygun ve doğala en yakın ürünü araştırıyorum’’ dedi.
Bir bebek bezi markasının 2 ürünü olduğu ve arasındaki farkı anlattı. Adamlar bebek bezine bitki tohumu koyuyorlarmış. Hay Allah’ım daha neler duyacağım. Bu şekilde bezler daha sonra geri dönüşüme tabi tutulurken aynı zamanda dikilebilir tohumlar elde ediyorlarmış. Şeytanın aklına gelmez vallahi. O an bir kez daha anladım ki artık tüketiciler sadece tüketmek değil tükettikten sonra da çevreye zarar vermemek hatta ve hatta doğal çevrenin tekrar toplanmasına destek olmak istiyorlar. Haliyle karşımıza uzun zamandır var olan ama artık önemi daha çok artan bir kavram çıkıyor. ‘’Yeşil Ekonomi’’.
Paris Anlaşması, iklim değişikliğiyle mücadelede tüm dünyayı bir araya getiren önemli bir kilometre taşı. 2015 yılında imzalanan bu anlaşma, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi dönemlere göre "2°C'nin altında" tutmayı ve mümkünse 1,5°C'ye indirmeyi hedefliyor.
Dünya genelinde işletmeler, Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için önemli bir rol üstleniyor. Bu bağlamda, Karaman OSB’de faaliyet gösteren fabrikalar da bu süreçten nasibini alıyor. Öncelikle şunu belirtelim: İklim değişikliği artık sadece bilim insanlarının konusu değil, herkesin gündeminde. Artık bir fabrika sahibi bile, “Karbon ayak izim ne kadar?” diye düşünmek zorunda. Bizde en bilinen ayak izi ‘Karda yürür izini belli etmez’ sözünde geçer. Ama artık devir değişti dostlar. Karbon ayak izi, bir kişinin ya da işletmenin doğrudan veya dolaylı olarak atmosfere saldığı karbondioksit miktarını ölçüyor. Yani, fabrikanızın enerji tüketimi, kullandığı yakıtlar, hatta çalışanlarınıza servis aracıyla evlerine gidip gelirken harcadığınız benzin, hepsi bu ayak izine dahil.
Peki Karaman OSB’deki fabrika sahipleri bu konuda ne biliyor? Ve ne yapmaları gerekiyor? OSB’ye yapmış olduğum bir dizi ziyarette anladığım Karbon Ayak İzi ile Enerji Verimliliği Ölçümü’nün karıştırılıyor olması. Halbuki enerji verimliliği ölçümü, bir sistemin belirli bir enerji girdisiyle ne kadar verimli çalıştığını değerlendirirken; karbon ayak izi ölçümü, bu enerji tüketiminin çevreye saldığı toplam sera gazı miktarını hesaplar. Haliyle biz sanırım olayı çok yanlış anlıyoruz.
Peki iş insanlarımız bu konuda hangi adımları atmalı? Herşeyden önce mutlaka karbon ayak izinizi uluslararası standartlara göre ölçebilen ve vereceği rapor uluslararası arası geçerli olan bir kuruluş ile görüşerek ölçüm sonuçlarınızı alıp arşivlemeniz gerekiyor. Daha sonra rapora göre enerji verimliliği projelerine yatırım yapabilirsiniz.
Enerji tasarruflu motorlar, LED aydınlatma sistemleri ya da akıllı bina teknolojileri gibi çözümlerle hem maliyetler düşer hem de çevreye katkı sağlanır. Bir başka öneri ise yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapmak. Güneş panelleri kurmak, rüzgar enerjisinden yararlanmak ya da yenilenebilir enerji satın almak, hem çevre dostu hem de uzun vadede ekonomik bir tercih olabilir. Üstelik şehrimizin güneşlenme süresi ve coğrafi konumu düşünüldüğünde, özellikle güneş enerjisi büyük bir fırsat sunuyor. Ayrıca bu konuda ulusal ve uluslararası çeşitli hibe ve düşük faizli kredi destekleri bulunuyor.
Atık yönetimi de ihmal edilmemesi gereken bir alan. Fabrikalar, üretim süreçlerinde atık oluşumunu en aza indirecek ve atıkları değerlendirecek stratejiler geliştirmeli. Örneğin, geri dönüştürülebilir malzemeleri ayrıştırmak, üretim artıklarını yeniden kullanmak ya da döngüsel ekonomi prensiplerini benimsemek, çevreye olan yükü azaltabilir. Unutmayın, bugün çöpe attığınız bir şey, yarın başka bir ürünün hammaddesi olabilir.
Paris Anlaşması ayrıca, işletmelerin karbon ayak izlerini düzenli olarak ölçmelerini ve raporlamalarını da talep ediyor. Bu, hem yerel hem de uluslararası standartlara uygun şekilde yapılmalı. Neden mi? Çünkü dünya artık “görünmez” kirliliği görmezden gelemiyor. Bir fabrika, çevresel performansını kanıtlamadığı takdirde, uluslararası pazarlarda rekabet gücü kaybedecek. Ayrıca, Avrupa Birliği gibi organizasyonlar, çevresel standartları karşılamayan ürünlere yönelik vergiler veya kısıtlamalar getiriyor. Yani, ürünlerinizin “çevre dostu” olması, artık sadece bir lüks değil, bir gereklilik haline geldi.
Peki, bu şartlara uyulmazsa ne olur? İlk olarak, uluslararası rekabet gücünüz zayıflar. Küresel pazarlarda, çevre dostu ürün ve üretim yöntemleri giderek daha fazla önem kazanıyor. Çevresel standartlara uymayan işletmeler, ihracat fırsatlarını kaybeder. İkinci olarak, yasal ve mali yükümlülükler artar. Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylayan bir ülke olarak, bu çerçevede yeni düzenlemeler getirmektedir.
Örneğin, karbon vergisi veya çevresel cezalar gibi yükümlülükler işletmelere ek maliyetler getirecektir. Üçüncü olarak, finansman erişimi sınırlanıyor. Çevre dostu olmayan işletmeler, uluslararası finans kurumlarından kredi ve hibe almakta zorlanacak. Son olarak, toplumsal ve marka imajı sorunları ortaya çıkacaktır. Tüketiciler ve toplum, çevresel sorumluluklarını yerine getirmeyen işletmeleri eleştiriliyor. Bu da marka itibarını olumsuz etkileyecektir.
Sonuç olarak, Paris Anlaşması sadece bir çevre koruma girişimi değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal bir dönüşüm çağrısı. Karaman OSB’nin, bu dönüşümde öncü bir rol oynaması dileğiyle… Yeşil bir gelecek, hepimizin elinde!
YORUMLAR