Değerli hemşehrilerim;
Zamanın hızlı akışı içinde, bir milletin en büyük hazinesi, onun ahlaki değerleridir. Bu değerler, bir toplumun ruhunu şekillendirir, onu ayakta tutar ve geleceğe taşır. Ancak, ne yazık ki, günümüz Türkiye’sinde bu değerlerin yıprandığını, hatta tükenme noktasına geldiğini görüyoruz. Ahlaki çöküş, yalnızca bireylerin vicdanlarında değil, aynı zamanda toplumun her köşesinde derin yaralar açıyor.
2024 yılı itibarıyla, Türkiye’de ahlaki çöküşün en somut yansımaları, ekonomik hayatın her alanında kendini gösteriyor. TÜİK’in verilerine göre, Türkiye’de yolsuzluk nedeniyle her yıl yaklaşık 70 milyar TL kaybediliyor. Bu rakam, ülkenin toplam GSYİH’sinin %4’üne tekabül ediyor. Ancak bu kayıp, yalnızca maddi bir zarar değil; bilakis, toplumun güveninin ve adalet duygusunun zayıflamasına yol açıyor. İş dünyasında haksız rekabet, fırsatçılık ve yolsuzluk, adil çalışma koşullarını ve dürüst kazancı tehdit ediyor. Türkiye’de yapılan bir araştırma, halkın %65’inin, son yıllarda iş dünyasında ahlaki değerlerin hızla erozyona uğradığını düşündüğünü ortaya koyuyor.
Ekonomik hayattaki bu çöküş, sosyal hayatı da derinden etkiliyor. Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliği giderek artarken, toplumsal huzursuzluk da aynı oranda büyüyor. 2024 yılında, en zengin %10’luk kesim, ülkenin toplam servetinin %65’ini elinde bulunduruyor. Bu uçurum, sadece ekonomik bir dengesizlik değil; aynı zamanda ahlaki çöküşün en net göstergelerinden biridir. Gelir adaletsizliği, sosyal huzursuzluğu körüklüyor ve toplumda güven bunalımına yol açıyor.
Ahlaki çöküşün kökeninde, modern yaşamın getirdiği hızlı değişimler, bireysel çıkarların ön plana çıkması ve toplumsal değerlerin ihmal edilmesi yatıyor. Türkiye, son birkaç on yılda büyük bir ekonomik ve teknolojik dönüşüm yaşadı. Ancak, bu dönüşüm, toplumun ahlaki temellerini sarsan bir hızla gerçekleşti. Tüketim kültürü, insanların zihinlerini daha fazla kazanma, daha fazla harcama ve daha fazla tüketme arzusu ile doldurdu. Bu süreçte, toplumsal değerler ve ahlaki normlar geri plana itildi. Medyanın ve sosyal medyanın etkisi de bu süreci hızlandırdı. Televizyon programları, sosyal medya platformları, bireysel çıkarları ve maddi başarıları öne çıkaran içeriklerle dolup taşıyor. Türkiye’de gençlerin %70’i, sosyal medyada gördükleri yaşam tarzlarının, kendi ahlaki değerlerini olumsuz etkilediğini belirtiyor. Bu da, toplumsal vicdanın körelmesine ve ahlaki değerlerin erozyona uğramasına neden oluyor.
Ahlaki değerlerin zayıflaması, sosyal hayatın her alanında kendini gösteriyor. Eskiden mahalle kültürüyle iç içe olan, komşuluk ilişkilerini güçlü tutan bir toplum, bugün bireyselcilik ve bencillik girdabına kapılmış durumda. İnsanlar arasındaki güven duygusu zayıflarken, sosyal ilişkiler de bu durumdan nasibini alıyor. Türkiye’de yapılan bir araştırma, halkın %60’ının, komşularıyla olan ilişkilerinde eskiye göre daha mesafeli ve güvensiz hissettiğini ortaya koyuyor. Bu, toplumsal bağların zayıflaması ve ahlaki çöküşün sosyal hayata yansımasının en açık göstergelerinden biridir. Dahası, bu durum aile yapısını da derinden etkiliyor. Türkiye’de boşanma oranları son beş yılda %30 artmış durumda. Aile içi şiddet, çocuk ihmali ve aile bağlarının zayıflaması gibi olgular, ahlaki çöküşün en acı sonuçlarından biridir. Aile, toplumun en temel birimi olarak, ahlaki değerlerin korunması ve yaşatılması açısından büyük önem taşır. Ancak, bu değerler zayıfladığında, aile yapısı da sarsılmakta ve toplumun temelleri çatırdamaktadır.
Türkiye’nin ahlaki çöküşten çıkış yolu, toplumsal değerlerin yeniden inşası ve bu değerlerin toplumun her kesiminde yaşatılmasıyla mümkündür. İlk olarak, aile, eğitim ve toplumsal kurumlar, ahlaki değerlerin yeniden kazanılması ve korunması konusunda daha bilinçli bir rol üstlenmelidir. Aileler, çocuklarına sadece bilgi değil, aynı zamanda vicdan, merhamet ve adalet duygusu aşılamalıdır. Eğitim kurumları ise, öğrencilerin ahlaki gelişimini destekleyecek programlar ve etkinlikler düzenlemelidir.
Ayrıca, medya ve dijital platformların, toplumun ahlaki değerlerini koruma ve güçlendirme sorumluluğunu üstlenmesi gerekmektedir. Toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden medya, ahlaki değerleri yücelten hikayeler ve programlar aracılığıyla toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunabilir.
Son olarak, Türkiye’de adalet sisteminin, yolsuzluk ve haksız kazanç olaylarına karşı daha etkin çalışması gerekmektedir. Adaletin sağlanması, toplumsal güvenin yeniden tesis edilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, haksızlıkların giderilmesi ve yolsuzlukların önlenmesi, toplumun yeniden güven duyacağı bir ortam oluşturacaktır.
Türkiye, tarih boyunca büyük zorluklarla karşılaşmış ve bu zorlukları birlik ve beraberlik içinde aşmayı başarmış bir milletin yurdudur. Ancak, bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike, dışarıdan gelen bir tehdit değil, içeriden, bizzat kendi içimizde büyüyen ahlaki çöküştür. Bu çöküş, sadece bireylerin değil, toplumun da geleceğini tehdit etmektedir. Siyasilerin dönem dönem dile getirdiği gibi bir beka sorunumuz vardır ama bu beka sorunu gittikçe normalleşen AHLAKSIZLIK’tır.
Unutulmamalıdır ki, bir milletin en büyük gücü, ekonomik büyüklüğü değil, ahlaki değerleridir. Türkiye, bu değerleri koruyarak ve güçlendirerek, gelecekte de güçlü ve adil bir toplum olarak varlığını sürdürebilir. Ahlaki değerlerin yeniden inşası, sadece bireylerin değil, tüm toplumun sorumluluğundadır. Türkiye, bu değerlerin ışığını yeniden yakarak, birlik ve beraberlik içinde daha parlak bir geleceğe yelken açabilir. Ancak bu, ancak ve ancak vicdanın, adaletin ve toplumsal dayanışmanın rehberliğinde mümkün olacaktır.
YORUMLAR