Opus Dei… Toplum bilimcilere göre kendisiyle Komünizm kadar mücadele edilmesi gereken, gizli ve aşırı sağcı bir örgüttür. “Tanrının İşleri” manasına gelen Opus Dei adlı örgüt 2 Ekim 1928'de Madrid'de kurulmuştu. Yani eski Endülüs topraklarında. Neden Endülüs dediğime ileride değineceğim. Şimdi bu Opus Dei örgütünü biraz daha açalım.
Bu örgütün kurucusu sıradan bir papazdı. Adı, Jose Maria Escriva de Balaguery Albas'tı. Escriva'nın amacı din adamlarını değil, ama en az onlar kadar Katolikliğe sadık laik iş ve meslek sahiplerini bir araya getirerek Papaya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturmaktı. Oluşturdu da.
Doktorlar, işadamları, gazeteciler, yazarlar, avukatlar, mimarlar vb. vb. bir arada Opus Dei için çalışmaya başladılar. Çeşitli ülkelerdeki aynı meslek sahipleriyle ilişkiler kurdular. Bu ilişkileri sağlayabilmek için iki anahtar kavram seçmişlerdi. Birincisi "Diyalog" ikincisi "Hoşgörü"
Escriva, Diktatör Franko'ya çok yakın bir din adamıydı. Opus Dei var gücüyle onu destekledi. Karşılığında da Franko Kabinesinden 10 Bakanlık aldı. Böylece çok büyük bir servet edinme şansını elde etti. Bu sermayeyle yeni ve uluslar arası şirketler kurdurdu. Ticaretin yanında eğitime de el atan Opus Dei'nin dünyada 428 üniversitesi, sayısız okulu, 700ü aşkın TV ve Radyosu vardır. Halen Vatikan'da en önemli kurumlardan biri olan "Hıristiyanlık Dışı Dinler ve İnançsızlar" Bakanlığını elinde tutan Opus Dei, bu kurum aracılığıyla birçok Müslüman ülkeyle ilişkiler kurmuştur. Bu "diyalog arayıcısı" hoşgörülü kurum, Müslüman ülkelerdeki bazı "cemaatler" ile de sıkı bir işbirliği içindedir.
Peki nedir bu Opus Dei’nin amacı ?
Yeni Dünya Düzeni’nin "İslam ayağı" olan "Ilımlı İslam Projesi" midir dertleri ?
Opus Dei’nin iki anahtar kelime, ‘diyalog ve hoşgörü’ üzerinden çalıştığını yukarıda söylemiştik. O zaman diyalog nedir ne değildir, onu bir incelemek gerekir.
Diyalog, kelime anlamı olarak birden fazla kişinin karşılıklı konuşması olmakla birlikte bizi ilgilendiren tarafı “Dinler Arası Diyalog”dur. Ali Bulaç, Zaman’daki 08.03.1998 tarihli yazısında şöyle tanımlamıştır: Dinler arası diyalog, "öteki"ne, "Ortada beni de seni de ilgilendiren bir sorun var; gel, oturup karşılıklı konuşalım, ortak çözümler üzerinde imal-i fikir edelim" demek ve öyle yapmaktır.
Ama bu noktada bir sorun değil birden fazla sorun var. İlk olarak taraflar eşit değil. Misal, bir diyalog öncesinde kırmızı çizginin olması, gayet normal ve anlaşılır bir durumdur. Sadece görüşleri itibariyle birbirlerini dengeleyebilecek taraflar olursa, bu taraflar görüşlerini birbirlerine açıklayabilirlerse bir diyalog olur. Ama Vatikan bu işi tek taraflı yapıyor. Misal, Vatikan’ın Kateşizm adlı kitabı. Bu dünyadaki tüm Katoliklerin uymak zorunda oldukları bir kitap. Bir nevi ilmihal kitabı. Bu kitap şunu söylüyor: "Misyonerlik, karşılıklı saygıya dayalı Dinler arası Diyalogu öngörür." Bu, niçin gerekiyor? Misyonerlik yapılabilmesi için, karşılıklı bir diyalog olacak diyor. Yani misyonerliğin önkoşulu diyalog!.. E hani diyalog karşılıklı hoşgörü ve barış için yapılacaktı ?
Diyalogun şu andaki temsilcisi Fethullah Gülen tarafı ise barış ve hoşgörünün yanında asıl amaçlarının “Tebliğ” olduğunu, kırmızı çizgilerinden asla şaşmayacaklarını söylüyor. Vatikan tarafı da asıl amaçlarının ‘misyonerlik’ olduğunu söylemişti. Her iki taraf da barış ve hoşgörü’den yoksun amaçlarla ‘savaşacaklarsa’ burada bir Rus ruleti yok mudur sizce ?
Fethullah Gülen ve ekibinin Vatikan ziyareti de, diyalogtan ziyade monologu anımsatıyor. Zira Vatikan kilisenin merkezi. İadesiz ziyaret, gizli kabul demektir. O ziyarette Alaattin Çakıcı, ilk olarak Papanın eline sarılıyor ve elini öpüyor. Vatikan’dan bir çaycı bile Fethullah Gülen’in elini öpmemişse bu da tarafların baştan eşit olmayacağını göstermektedir.
Bir de Fethullah Gülen’in 10 Şubat 1998 tarihli Zaman’da yayınlanan ve Papaya yazılmış bir mektubu var. İsterseniz o mektuba da bir göz atalım.
“Pek muhterem Papa cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatialilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.”
Aslında mektup baştan eşit bir diyalog olmayacağını göstermektedir. Dinimiz “İnneddine indallahil İslam” ayeti gereği tek hak din İslam iken, bunun üzerine iki büyük din daha eklerseniz, baştan 1-0 yenik başlamışsınız demektir. “Kağıt üzerindeki hoşgörü misyonunun bir parçası” olmak da ne yazık ki farklı amaçlar için kullanılma riskini taşımaktadır.
Hem kime İslam anlatacaksınız ki, Kardinal’e mi ? İki taraf birbirine din anlatacak, her iki taraf da kendi dininden şüphe etmeyeceğine göre, nasıl bir uzlaşma olacak ki ? Uzlaşılırsa ‘ılımlı islam’da uzlaşılır, ki kaybederiz. Sonra “Muhammeden Resulullah demese bile öpüp başınızın üstünü koyacak” duruma gelirsiniz ki bu çok acı olur. “Üç büyük din” gibi zırvalarız ki bu çok kötü olur… “İnneddine indallahil İslam” ayetine muhalefet etmiş olursunuz ki, bu insanı imandan eder maazallah…
Peki durup dururken bu diyalog meselesi nereden çıktı ?
1960 lı yıllara yaklaşırken Hristiyanlığın Dünya’da etkinliğini kaybetme durumu vardı. Giderek azalan Hristiyanlığın önünü açacak bir projeye ihtiyaç vardı. İşte tam o yıllarda Opus Dei örgütü Vatikan’daki konumunu sağlamlaştırmış ve sözünü dinletecek duruma gelmişti. Bu diyalog projesiyle hem Hristiyanlık yayılacak hem de İslam bitirilecekti. Nasıl mı ?
Endülüs’e dönelim. Endülüs İslam Devleti, döneminde, Yahudi diasporasının en etkili ve en yoğun olduğu topraklardı. İşte bu diasporanın çalışmaları devleti yıkılmıştı. Sayıları 4000i bulan tarikatlere bölünmüş olan Endülüs’te, bir tarikat üyesi başka bir tarikat üyesinin, namazda arkasında saf tutmayacak kadar bölünmüşlerdi.
Günümüzde de 1900lü yıllarda İslam Dünyası’nda 70 kadar tarikat varken, şu anda tarikatlerin sayısı 250yi aşmış ve sayısız cemaate bölünmüş durumda. Realist bir analiz yapıldığında, asıl diyaloğun Müslümanlar içinde yapılması gerektiği görülecektir.
Geçmişten ders alarak, Fethullah Gülen Hoca Efendinin öncülüğünde iyi niyetle sürdürülen Dinler arası diyalog üzerinde ciddiyetle durmak gerekir. Museviler ve Hıristiyanlarla diyalog, yakınlaşma, dostluk ve dayanışma acaba istenmeyen bir noktaya varmış mıdır, varabilir midir ? Bunlara dost eli uzatan Hoca Efendi, acaba elini kurtaramıyor mu? İyi araştırılmalı ve çözülmelidir.
Biz elbette hüsn-ü zan ile mükellefiz. Konu hakkında Allah'ın hükmünü görelim: “Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” Maide 51
Son günlerde sıkça gündeme getirilen ‘Bal tuzağı, Mut’a nikahı, Pers büyüsü’ gibi tehlikelerin ve İranafobia’nın hortlaması, korku senaryoları yazılması üzerine, ben de çok öncelerden yazılmış ‘korkunç bir senaryo’yu anlatmak istedim.
Ayrıca İran’la olan husümeti diyalogla çözme yoluna gitmeyip, bugüne kadar herhangi bir barış girişiminde bulunmamış Vatikan’la diyaloga geçmek, eksik kalmış bir ‘hoşgörü medeniyeti’nin unutulmazı olacaktır..?
Bir başka yazıda “Diyalog ve Eğitim” konusunda buluşmak ümidiyle…
Sevgi ve muhabbet ile…
YORUMLAR