Tarım ölüyor ağlayanı yok

Mustafa Koçak
ABONE OL

Türkiye'nin bereketli toprakları, asırlardır milletimizin karnını doyurmuş, ekonomimizin belkemiği olmuştur. Ancak bugün tarım sektörü adeta can çekişiyor, ne yazık ki bu duruma gereken önem verilmiyor.

TÜİK verilerine göre, 2005 yılında %25,5 olan tarımın istihdamdaki payı, 2024'te %15'e kadar gerilemiş durumda. Bu, 20 yılda tarımdan uzaklaşan milyonlarca kişi demek. Aynı dönemde toplam istihdam %68,9 artarken, tarımdaki istihdam neredeyse yerinde saymış; 2005’te 4 milyon 945 bin olan tarım istihdamı, 2024’te 4 milyon 896 bine düşmüş. Bu tablo, köylerin boşaldığını, tarlaların ekilmez hale geldiğini ve tarımın artık istihdam kapısı olmaktan çıktığını acı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Bu gidişatın temel sebeplerinden biri, tarım politikalarındaki istikrarsızlık ve desteklerin yetersizliğidir. Çiftçi, her yıl artan girdi maliyetleriyle boğuşurken, ürününün satış fiyatı yerinde sayıyor. "Çiftçinin karnını açmışlar 40 tane gelecek sene çıkmış." Mazot, gübre ve tohum gibi temel girdilerdeki fiyat artışları, üretim maliyetlerini dayanılmaz hale getiriyor. Üstelik tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı ve miras yoluyla bölünmesi, üretimin verimliliğini iyice düşürüyor. Peki, olası çözüm yolları neler olabilir? Bir tarım uzmanı değilim fakat aklım yettiğince fikirlerimi belirtmek isterim.

Öncelikle, tarım politikalarının iyileştirilmesi gerekiyor. Uzun vadeli, sürdürülebilir politikalar oluşturulmalı; çiftçiye sağlanan destekler artırılmalıdır. Örneğin, Hollanda, tarım alanı Türkiye'nin 16'da biri olmasına rağmen, ihracatta dünya lideri konumundadır. Bunun sebebi, hükümetin çiftçiye yönelik planlı ve sürekli destekler sağlamasıdır. Türkiye de benzer bir yaklaşımı benimseyerek çiftçiyi desteklemeli, tarımı ekonominin temel direği olarak yeniden konumlandırmalıdır.

İkinci olarak, girdi maliyetlerinin düşürülmesi hayati önem taşır. Gübre, mazot ve tohum gibi girdilerde uygulanan yüksek vergiler, çiftçiyi üretimden uzaklaştırmaktadır. Güney Kore, çiftçilere düşük maliyetli enerji ve ekipman temin ederek tarımdaki verimliliği artırmış bir ülke örneğidir. Türkiye de benzer şekilde, çiftçilerin üzerindeki mali yükü hafifletmeli, hatta yerli üretimi teşvik ederek dışa bağımlılığı azaltmalıdır.

Bir diğer önemli adım, eğitim ve teknoloji kullanımının teşvik edilmesidir. Modern tarım teknikleri ve teknolojileri, hem üretim miktarını hem de kalitesini artırabilir. İsrail, kurak bir ülke olmasına rağmen ileri tarım teknolojileri sayesinde tarımsal ihracatta dünya çapında bir yere sahiptir. Türkiye’nin de çiftçilerine bu alanda eğitimler vermesi, onların teknolojiye erişimini kolaylaştırması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp." Ayrıca tarım liselerinin açılarak buradan mezun olanları ciddi destekler verilmesi taraftarıyım.

Dördüncü olarak, tarım arazilerinin korunması gerekmektedir. Tarım arazilerinin imara açılması, köylünün toprağını bırakıp şehirlere göç etmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda, hem tarımsal üretim düşmüş hem de şehirlerde işsizler ordusu büyümüştür. Hükümet, tarım arazilerinin korunmasına yönelik yasal düzenlemeler yapmalı; miras yoluyla bölünmenin önüne geçmelidir. "Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz." Kendi arazimizi korumazsak, dışa bağımlı hale geliriz.

Son olarak, genç nüfusun tarıma teşviki sağlanmalıdır. Bugün gençler tarımdan uzak duruyor; çünkü bu alanın yeterince cazip olmadığı düşünülüyor. Ancak tarım sektörü, genç girişimciler için büyük fırsatlar sunabilir. Örneğin, Japonya’da genç çiftçilere faizsiz krediler ve teknik destek sağlanarak tarımda istihdam artırılmıştır. Türkiye de gençleri tarıma teşvik etmek için benzer projeler geliştirmeli; gençlerin tarımın geleceği olduğunu unutmamalıdır.

Tarım sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda bir bağımsızlık simgesidir. "Kendi tarlasını süren, özgürlüğünü korur." Türkiye, tarımın bu stratejik önemini yeniden keşfetmeli, tarım politikalarını hızla hayata geçirmelidir. Tarım canlanırsa, bereket sadece toprakta değil, sofralarımızda da kendini gösterir.