Son kale ruhumuz olacak

Mustafa Koçak
ABONE OL

Bana 2050 yılında insanoğlunu nasıl görüyorsunuz diye sorsanız tek cümle ile şöyle özetlerim; ‘Yapay zekâ beynimizin, insansı robotlar bedenimizin yerini alacak. İnsanoğlunun elinde kalan son şey ruhu olacak.’  Bu düşünce tarzımın temelinde yatan bazı öngörüler var tabi ki. İnsanoğlu, tarih boyunca dünyayı şekillendirme hırsıyla hareket etti. Doğayı kontrol altına aldı, teknolojiyi yarattı ve sürekli daha fazlasını istedi. Ancak şimdi, yarattığı dünyanın kontrolünü kaybetme eşiğinde.

Mesela zeka, asırlardır insanın övündüğü bir yetenekti. Fakat yapay zekânın gelişimiyle bu özgünlük sorgulanmaya başlıyor. Algoritmalar, düşüncelerimizi tahmin ediyor, önceliklerimizi belirliyor ve hatta rüyalarımıza biçim veriyor. Beynin karmaşık sinir ağları, silikon çiplerin soğuk mantığında yeniden yaratılıyor. İnsanın bu yeni düzende zekası biricik özellik olmaktan çıkarken, kendi varoluşuna dair daha derin bir anlam kazanıyor. İşleri yapay zekâya devrettikçe, insan beyninin rolü özümseme ve hissetme becerilerine indirgeniyor.

Bedenimiz de aynı tehdit altında. Tarih boyunca insanoğlu, bedenini kusursuzlaştırmak için çabaladı. Fakat şimdi, insansı robotların işlevselliği ve dayanıklılığı karşısında, bedenimiz geride kalıyor. Mekanik kol ve bacaklar, kusurlu kaslarımızın yerini aldığında; metal kalpler, organik olanlardan daha uzun ömürlü olduğunda, insanlığın özü yeniden sorgulanıyor. Güzellik kavramı yaratıcı tarafından verilen bir hediye iken, artık insan eliyle tüm yapısının değiştirilebildiği bir hal alıyor. Teknolojinin sunabileceği bu "gövde değişimi", insanlığın özünü korumayı bırakıp maddeleştirebileceği bir gelecek sunuyor.

Ruh ise, bu fırtınalı gelecek öyküsünde elimizde kalan son kale gibi duruyor. Ruh, aslında bir inanç kavramı olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok inanç sistemi, ruhu insanın ilahi bir parçası, yaratıcıyla olan bağının özü olarak kabul eder. Bu bakış açısı, ruhu maddi dünyadan bağımsız ve eşsiz bir gerçeklik olarak görür. Yapay zekânın ve teknolojinin ilerlemesi ne kadar ileri giderse gitsin, ruh bu boyutta erişilemez ve tanımlanamaz bir gizem olarak kalacaktır.

Bu yüzden ruh, insanlığın kendini bulduğu ve varoluşunu anlamlandırdığı en derin özdür. Tam da bu yüzden yukarıda bahsettiğim değişimler insanların ruhun varlığına karşı olan inançlarını da daha derinden sorgulamalarına neden olacaktır. Bugün geldiğimiz noktada tüm dünyada artan tanrı tanımazlık inancının, gelecekte kaynağını sürekli besleyen bir enerji sistemi oluşacaktır. Şimdiden tüm dünya bunu yaşamakta ve kanıksamaktadır. Haliyle bundan sonra ki süreç özellikle din işleri ile ilgilenen kurumlar için daha zorlu geçecektir.

Teknoloji, insan ruhuna da nüfuz edebilecek bir hale gelmeden, insan olmanın anlamını yeniden keşfetmek zorundayız. İnsanlık, ruhunu ve bilincini kaybetmeden teknolojiyi anlamlı bir şekilde kullanmayı öğrenmeli. Ruhumuz, son kale olarak varlığını sürdürmeli. Bu kale düşerse, insanoğlu bir zamanlar ne olduğuyla ilgili sadece silik bir anı olarak kalabilir.