Türkçenin Anadolu Seferi
İslâmiyet, 7. asrın ortalarından itibaren Türklerin yaşadığı Orta Asya bozkırlarına doğru yayılmaya başladı. Önce İranlılar, ardından Türkler, asırlar içinde kitleler halinde üslüman oldu. Türklerin İranlılarla tanışıklığı çok daha öncesine dayanmaktaydı. Fakat Araplarla kurulan ilişkiye daha ziyâde İslâm’ın kendi topraklarında yayılışı vesile oldu.
Başlarda, Mâverâünnehr topraklarına giren Emeviler’in asabiyetçi siyâsetinin de etkisiyle İslâm yavaş yayılmaktaydı. Türklerin bir kısmı Müslüman olmasına rağmen bir kısmı Araplarla mücâdeleye devam etti. 751 tarihli Talas Savaşı’ndaki yardımlaşma bu düzensiz ilişkinin seyrini değiştirdi ve Abbasiler’in ılımlı siyâsetinin de etkisiyle dostça bir seyir aldı. Tedrîcen, Türkler hem gazâ ve cihada katıldılar hem de kendi içlerinden âlim ve zâhid kimseler yetiştirerek İslâm’ın hizmetine sundular.
8.asrın sonlarında, Abbasiler tarafından Anadolu’nun güney ve doğu bölgelerinde iskân edilmeye başlanan Türkler, İslam’ı müdâfaa etmek, Bizanslılardan Anadolu’yu almak ve en azından sürekli akınlar düzenleyip Bizans ülkesini tahrip etmekle görevlendirildiler. Horasan ve Türkistan diyarından gelen Türklerle de devamlı takviye edildiler. Türklerle Abbasiler’in kurduğu bu iş birliği, devlet kademelerinde yapılan görevlendirmelerle taçlandı. Hatta Anadolu istikâmetine düzenlenen seferleri komuta etmeye başladılar. Abbasi-Bizans arasındaki bu mücâdele iki asır kadar sürdü.
Zamanla Abbasiler siyâsî, içtimâî ve iktisâdî sorunlarla meşgul olmaya başladılar. Bu esnâda, Horasan ve Türkistan’dan gelmekte olan Türklerin bir kısmı, gıda ve sâir ihtiyaçlarının temin edilmemesi nedeniyle Anadolu’ya gelmekten vazgeçti. Bir kısmı da yollarda perîşan olup türlü nedenlerden ötürü sugûr (sınır şehirlerinde kurulan vâlilik) vilâyetlerine ulaşamadı. Abbasilerin bu durumunu fırsat bilen Bizans ordusu, 11.asrın başlarında karşı taarruza geçti ve sugûr vilâyetlerine ait toprakların çoğunu işgal etti. Bu dönemde Türkler, uzun ve kanlı mücâdeleler sonucunda Bizans’ın Anadolu yerleşimlerini tahrip ederek zaafa uğrattılar. Böylece, yarım asır kadar sonra gelecek büyük Türk fütûhatına müsâit bir zemin hazırlanmış oldu.
11.asra kadar süren bu devrede, halk arasındaki günlük konuşmalarda Türkçe kullanılmaktaydı. Bununla birlikte, Emevi ve Abbasi etkisiyle Anadolu’da devlet ve bilim dili Arapça hâline gelmişti. Arapça, bu hakimiyetini12.asrın sonlarına dek sürdürdü. Ardından Abbasilerin yaşadığı siyâsî sorunlar, Farsçanın üzerindeki atâletin atılmasını sağladı. Karahanlılar, Gazneliler ve Harzemşahlar elinde gelişim gösteren Fars dili, esas hâkimiyetini Selçuklular devrinde yaşadı.
11.asırla birlikte Anadolu’ya Türkmen akınları yeniden başladı. Bu akınlar, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdârı Sultan Tuğrul döneminde de bir müddet sürdü. Ardından düzenli Selçuklu ordularının fetih hareketleri başladı.
Bir yandan Türkmenlerin yurt ihtiyacı diğer yandan cihad ve gazâ inançlarının gereği olarak, ilk Selçuklu hükümdârları için Anadolu’nun fethi hayâtî derecede önem taşımaktaydı. Sultan Alparslan’ın 1071 tarihli Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapılarını açan Türkler, çok geçmeden Anadolu’nun büyük bir kısmına yayıldılar. Böylece Anadolu’nun etnik sîmâsı hızla değişti. Bu dönemde (1075-1080), Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah, Anadolu Selçuklu devletini kurarak hem Anadolu’daki Türkmenleri birleştirdi hem de Oğuzların Anadolu’ya kitleler hâlinde göç etmesinin önünü açtı.
11.asırla birlikte Selçuklular, Uygur yazısını terk ederek Arapçayı ilim ve din, Farsçayı da edebiyat ve devlet dili olarak kullanmaya başladılar. Türkçe ise konuşma dili olarak kullanılmaktaydı. Medreseler eliyle Arapça, Moğol istilâsından kaçarak Anadolu’ya gelen İranlılar eliyle Farsça, asırlardır devam eden Türkmen göçleri nedeniyle de Türkçe, mevcut konumlarını büyük oranda muhafaza ettiler. Buna göre 13.asır Anadolusunda üç medeniyet dili yaygın olarak kullanılmaktaydı: Arapça, Farsça ve Türkçe.
Türkçe, bu dönemde sadece günlük konuşma dili olarak kullanılmaktaydı. Bununla beraber, Türkçe yazan, Türkçe söyleyen öncü isimler de yine bu dönemde yaşadılar. Yunus Emre asrın ve asırların Türkçe şâheseri olacak bir dîvanı bu dönemde yazdı. Ahmed Fakih, Hoca Dehhani, Hoca Mes’ud ve Şeyyad Hamza gibi şâirler sadece Türkçe yazdılar. Mevlânâ Celâleddin ve oğlu Sultan Veled gibi Farsça ile birlikte az da olsa Türkçe yazan isimler de oldu ancak özellikle Mevlânâ’nın etkisi Türkmenler arasında sınırlı oldu. Bunun edebî bir tercihten daha fazla anlam ifade ettiğini düşündürecek târihî kayıtlar hiç de az değil.
Bu minvalde Kırşehirli Âşık Paşa, yedi asırdır, bizi daha fazlasını düşünmeye çağırıyor:
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
KAYNAKÇA
Barthold, V.V., (2004), Orta Asya Türk Tarihi Dersleri. Ankara, Çağlar Yayınları.
Claude Cahen, (2000), Osmanlılardan Önce Anadolu, (E. Üyepazarcı, Çev.), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Erol Güngör, (1999), Tarihte Türkler. İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş.
Agâh Sırrı Levend, (1960), Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri. Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Agâh Sırrı Levend, (1965), “Tarih Boyunca Türk Dili”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, (13), 129-147.
Oğuz Ünal, (1980), Horasan’dan Anadolu’ya Türkiye Tarihine Giriş. Ankara, Töre Devlet Yayınevi.
Mükrimin Halil Yinanç, (1944), Türkiye Tarihi Selçuklular Devri. İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları.
Ali Sevim, Erdoğan Merçil, (1995), Selçuklu Devletleri Tarihi. Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Osman Turan, (1969), Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul, Turan Neşriyat Yurdu.